‘’Renkler Kaçışımdı, Çıkışım Oldu’’

Çağımızda bağımlı hale geldiğimiz ne çok şey var değil mi? Cep telefonlarından, sosyal medyadan, elektrikten ve teknolojiden bir an olsun kopamadan geçirdiğimiz günler. Hatta düşünsenize Instagram’a girmeden geçirdiğimiz kaç dakika var gün içinde? Yaşamadan önce paylaştığımız kaç kare? Önceden yaşardık, şimdi yaşamadan önce güzel poz derdindeyiz çoğumuz. Kendimizi en son ne zaman dinledik kim bilir? Telefonlarımızı kapatıp, tüm teknolojiden uzak kaç saat geçirdik. Kendi iç sesimizle en son ne zaman konuştuk. Günümüzde terapiler bile online artık ve bu demek oluyor ki psikoloğumuzla bile bir ekran üzerinden görüşüyoruz. Elbette ki teknolojiden bağımsız bir hayat düşünülemez günümüzde. Ama bahsettiğim o değil. Değinmek istediğim konu çok başka.
Düşünün… Çoğu zaman elektriğin olmadığı, telefonun çekmediği, hatta çamaşırlarınızı bile bir nehirde yıkadığınız bir yer. Yaşayabilir misiniz?
Bu sorunun cevabını Eskişehir Anadolu Üniversitesi Seramik bölümü mezunu, Nakış, dövme, resim gibi bir sürü dalla ilgilenen gezgin sanatçı Zeynep Ertürk’ten alalım. Kendisiyle, çocukluğundan sanata, bir dağda geçirdiği 6 aydan sonra eriştiği farkındalığa kadar birçok şey konuştuk.

Belki Çocukken Oynadığım Çamur Benim Seramiğe İlk Adımımdı
Öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
-1991 yılında İzmit’te kırmızı kapılı bir hastanede başlamış hikayem. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Seramik mezunuyum. Yüksek lisansımı da Şamanizm mitolojisi üzerine kuklaların seramik malzemeleri üzerinden yorumlanması üzerine yaptım.
Peki madem buradan girdik öyle devam edelim. Nasıl bir çocukluk serüveniydi seninki?
Çocukluğum İzmit Kuruçeşme’de geçti. Yalnız bir çocukluk serüveniydi. Hatırlamaya çalıştığımda arkadaşım yoktu. İçime kapanık bir çocuktum. Annem ve babam çalışıyordu. Onlar işe gittiklerinde ben babaannem ve dedemle kalıyordum. Bahçeli bir evdi. Bahçede çamurlarla oynuyordum. Belki bu ileride seramiğe yönelmemin ilk adımı olacaktı bilmiyorum. Ve yalnız kaldığımda yaptığım tek şey kalem ve kağıt alıp resim çizmekti. Çok klişe olacak ama renkli kalemleri elime aldığımda bir şeyler çizdiğimde büyülü bir dünyaya geçiş yapıyordum sanki. Çiçeklerin rengini çıkarıp kendimce bir şeyler yapardım. Böyle bir çocukluktu.

Sonraki dönem nasıldı?
Sonraki dönem hep aynı geçti. Resim çizerek, renklerin peşinde koşarak. Renklerin bir araya geldiği zaman ortaya çıkardıkları şeyler beni aşırı eğlendiriyordu. Lise zamanına geldiğimde güzel sanatlar lisesine gitmek istedim ama babam istemedi. O para kazanabileceğim, düzenli bir işim olsun istedi. Çok da güzel bir puan almıştım ama babamla okula gittiğimiz gün kayıtların tarihini kaçırdığımı öğrendim. Belki de bir komploydu bu hala bilmiyorum. Çok üzülmüştüm. Böylelikle Anadolu lisesinde eğitim görmek zorunda kaldım. Ama o süreç zarfında da hep resim çizdim. İzmit’ten trene atlayıp İstanbul’a giderdim hep. Dali’nin sergisi, Picasso’nun sergisi falan. Okuldan kaçıp eski, yavaş trenlerle o sergileri izler geri dönerdim. Zaten sonrasında da babamı ikna edip bir resim kursunda eğitim almaya başladım. Hep okulu hem kursu beraber devam ettirdim. Çünkü üniversitede sanatla ilgili bir şey okuyacağımı ve babamı da buna ikna edeceğimi kafama koymuştum.

Kendimi İfade Edebilecek Tek Alanım Renklerdi
Seni bu yolda daha fazla büyüleyen şey neydi?
Sessiz bir evdi büyüdüğüm ev. Mesela annem ve babam tartışıp küserlerdi. Birbirleriyle konuşmazlardı bir süre. O sürede benimle de konuşmazlardı. Dediğim gibi zaten arkadaşım yoktu ve içine kapanık biriydim. Kendimi ifade edebilecek tek alanım buydu. O noktada yapabileceğim tek şey elime kağıt ve renkli kalemler alıp bir şeyler çizmek ve zaman geçirmekti. Ayrıca ilkokulda resim öğretmenim çizdiğim şeyleri sürekli panoya asar ve “Sen çok büyük bir ressam olacaksın ileride” derdi. Bunlar daha da asılmama sebep oldu. Demek ki yeteneğim var dedim. Sonra bu büyük bir tutkuya dönüştü. Ve ben o yolda yürüyerek yılları geçirdim. Yaratıcılık tarafını çok sonradan keşfettim.

Üniversite Sınavı Hüsran Oldu
Peki üniversite zamanı?
Sonuç hüsran. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin 5 ayrı sınavına girdim. Ama hiçbirini kazanamadım. Ve durup, “Sanırım ben yetenekli değilim” dedim. Çok ağladım. Bir dönem öyle geçti. Sonra resim kurslarını araştırmaya başladım. Eskişehir’de Özgür Oğuz isimli hocayla tanıştım. Anadolu Üniversitesine yönelik öğrenci hazırlayan biriydi kendisi. Kendisiyle iletişime geçip ondan 1 sene eğitim aldım. Ertesi sene Güzel Sanatlar Fakültesi’nin 5 bölümünün sınavına girdim ve 4 bölüm birden kazandım. Sonra da aralarından seramiği seçtim. Birincilikle bu bölüme girdim.

İletişimim “Akıtmak” Oldu.
Eskişehir günlerin nasıl geçti?
Eskişehir günlerimde de başrolüm hep üretmek oldu. Çok sosyal bir insan olmadım hiç. Söylem olarak kendimi çok iyi ifade edebilen biri değilim bence. Hep iletişimim “akıtmak” oldu. Kağıda akıttım duygularımı, sonra bir bez parçasına akıttım. Örgü ördüm, iğne ipliğe akıttım. Eskişehir’de de bunları yaptım. Notlarım hep çok iyiydi. Sonra Erasmus’la İspanyaya gidip 6 ay orada yaşadım. Eğitim gördüm. Orada İspanyolca da öğrendim. Daha Sonra 3 ay Macaristan’a gidip bir seramik stüdyosunda staj yaptım. Uluslararası sanatçılarla bir aradaydım. Ardından yüksek lisans serüveni. Şamanizm mitolojisi üzerine kuklaların seramik malzemeleri üzerinden yorumlanmasıyla alakalı bir tez için Moğolistan’a gittim.

‘’Otobüs Bileti Alacak Kadar Paran Varsa Tamamdır’’
Yani sen hiç yerinde durmadın?
Kök salmak ve köklenmek hep üzerine düşündüğüm bir konuydu benim. Bir yere kök salmak konusunda hiç emin olamadım. Beslendiğim şeyler yalnız kalmak, doğada olmaktı. Gezmek, yeni yerler görmek hep beni ben yapan şeylerdi. Sonra da hayatın önüme çıkardığı fırsatları kabul ettim. Gezmek için paramın olmasını hiç beklemedim. Otobüs bileti alacak kadar paran var mı, tamamdır. Çünkü işaretleri takip ettim hep hayatımda. O işaretlerin yolundan gittiğimde de çok olmasa da hep bir şekilde paramı kazandım zaten.

Nasıl para kazandın mesela?
Üniversite yıllarında baristalık yaptım. Yüksek lisans sonrasında çocuklara seramik ve resim dersleri verdim. Rehberlik ve çevirmenlik yaptım. Yaptığım nakış ürünlerini sattım sergilerde. Ama asıl dövme yaparak para kazanıyorum son yıllarda.
Dövme yapmaya nasıl başladın peki?
O da aslında plan dahilinde değildi. Ben dövme sanatçısı değilim. Kendimi böyle tanımlamıyorum. Ben hep geçinebileceğim ve gezebileceğim kadar para kazanmak ama kazandığım parayı da ürettiğim şeyden kazanmak istiyordum. Arkadaşlarım biriken çizimlerimi görüp neden dövme yapmıyorsun diyorlardı zaten. Sonra üniversite arkadaşımın sosyal medya paylaşımında bir dövme sanatçısı aradıklarını gördüm. Hemen aradım ve onun yanına gidip 1-2 ay izledim. Sonra kendi bedenimde denedim ufak ufak. Baktım oluyor. Elimdeki parayla dövme makinesi aldım ve dövme yapmaya başladım.

‘’9 Dönüm Bir Arazinin İçinde Kapısı Olmayan Bir Çadırda 6 Ay Yaşadım’’
Peki en merak ettiğim konuya geliyorum. Dağda yaşama fikri nasıl oluştu?
Aslında planlı bir şey değildi bu. Güzel bir şey yaşayacaksan o şey seni çağırıyor, buna çok inanıyorum. Pandemi dönemi hepimizi etkilediği kadar beni de etkilemiş ve bunaltmıştı. Yasakların yeni bittiği dönemdi. Birgün bir arkadaşım beni aradı Kazdağları’nda camping alanı olduğunu söyledi. “Tam senlik bir yer, gelmek ister misin?” dedi. Birkaç gün kalır dönerim diye düşündüm. Dokuz dönüm bir arazinin içinde, bir çadır vardı işte ama çadırın kapısı yok her yeri açık. Sadece üstü kapalı kimse yok tahmin edeceğin üzere. Ve öyle bir yer ki insanlara ulaşabilmen ve besin ihtiyaçlarını karşılaman için köye inmen bile 40- 45 dakika sürüyor. İki gün diye gittim 6 ay kaldım.

Nasıl?
Gerçekten. İspanyadan sonra hayatımdaki en güzel 6 aydı. Sürekli resim çizdim. Sabah yürüyüş yapıyordum yanımdan domuz ailesi geçiyordu. Kısıtlı elektrik vardı. Telefon zaten çekmiyor. Tüm hayat koşuşturmalarından, insanların boş kalabalığından uzakta sadece kendimle kaldım. Zaten giderken yanıma iki üç parça kıyafet götürmüştüm. Kimsenin seni makyajınla, saçının şekliyle, o gün yaptığın kombininle eleştirmediği bir yerdesin. Sadece üst kısmı kapalı olan bir yerde uyudum. Kıyafetlerimi nehirde yıkadım. Akışta olmayı kabul ettim ve aktım gittim.

‘’Tek Derdimiz Sabah Uyandığımızda Ekmek Var Mıydı Diye Düşünmekti’’
Sıkılmadın mı hiç? Sosyal medya yok. İnsan yok. Elinin altında olan birçok şeyden mahrum bir yaşam…
Hiç sıkılmadım. Çünkü o hayat bana zaten suni geliyordu hep. Sosyal medyada çok zaman geçiren biri de değildim. Kim ne paylaşmış, neredeymiş merak da etmedim. Tek derdimiz, “Sabah uyandığımızda ekmek var mı?” diye düşünmekti. Çünkü ekmek için köye inmemiz gerekiyordu. Yaz sezonunda birkaç kampçı geldi mesela. O kadar çok yalnızlığa alışmıştım ki onlar gelince “Ne zaman gidecekler acaba?” diyordum kendi kendime.

Az önce domuz ailesi dedin. Korkmuyor muydun yabani hayvanlardan?
Hiç korkmadım. Ayısı vardı, çakalı vardı, domuz aileleri vardı. Tam tersi insanlar geldiğinde korkuyordum. Çünkü seni yargılayabilecek tek canlı insanlardır. Özgürleşme geldi orada bana. Bu da sanatıma yansıdı. Sanatımda özgürleşti. Şehirde bir şey çiziyorsun ve insanlara gösteriyorsun. O yorumların, eleştirilerin, yargılamaların sonu gelmiyor. Küsüyorsun denemeye. Ama orada zaten iki üç insan vardı onlara gösteriyordum. Beğeniyorlardı ya da beğenmiyorlardı. Üretme ve deneme korkaklığımı yendim. Kendi iç sesim ne diyorsa çizdim.

Peki gelecekten ne bekliyorsun. Bu yol nereye gitsin istersin?
Şu an gezerek dövme yapıyorum. Bundan çok keyif alıyorum. Şehir şehir geziyorum. Küçük bir kitle de edindim sosyal medyada. Çizdiğim şeyleri, dövmelerimi, nakışları paylaşıyorum ufaktan. Gittiğim yerlerde de paylaşım yapıyorum. Dövme yaptırmak isteyenler için yer ve tarih bilgisi veriyorum ya da dövme yaptırmak için sözleşip o şehre yola çıkıyorum. Şu anlık böyle güzel gidiyor ama tabi ki ilerisi için karavan istiyorum. Her gün başka bir sahilde başka bir dağda uyanmak istiyorum. Göçebelik ve tek başınalık bana iyi geliyor. İnsan bir yere köklenmemeli. Güneş alan her yer seni büyütüyor. Çiçek gibi. Güneş ve su varsa hallolur her şey gibi geliyor.

Haber: Hüseyin Üstünol

0

Misyon

Vizyon

İletişim

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ
DUMLUPINAR BULVARI KONYAALTI / ANTALYA
Tel: 0 242 310 15 30
Tel: 0 242 310 15 31