Sabahları Ahırda Akşamları Çadırda Kalıyor

İmam Külüğ, Bingöl Yedisu’nun Elmalı köyünde yaşıyor. 14 Haziran 2020’de Elmalı’da meydana gelen 5.7’lik depremde evi yetkililerce hasarlı tespit edilip, yıkılıyor. Depremde hasar gören evlerin yeniden yapılacağı sözü verilirken ruhsal olarak rahatsız ve kimsesiz olan İmam Külüğ’ün evi, arazinin dere yatağında olduğu gerekçesiyle yapılmazken yıkılan evin yerine kendisine Yedisu ilçesindeki konutlarda ev verileceği söylenen İmam Külüğ, ana baba toprağını bırakıp ilçeye yerleşmek istemiyor.

“Ahırda Kalmak Hayvanlara Değil Bana Nasipmiş

Yetkililerle görüştüğünü ve arazisine ev yapılmaya uygun değildir raporu verildiği için ev yapılamayacağını öğrenen Külüğ: “Hem evimi yıkıyorlar hem de yenisini yapmıyorlar. Bari izin versinler ben kendime ev yapayım. Ona da izin verilmiyor. Kendime taştan bir ev yapardım. En azından başımı sokacağım bir yer olurdu. Evin olduğu yerde dere yatağı olduğu uyarısı verildiğinden yetkililer ev de yapamıyor. Bana ilçede konut yapacaklarını söyleseler de ben orada yaşamak istemiyorum. Zaten kimsem yok. İnsanın köyde yeri yoksa hali yamandır, elimde tek bu arazi kaldı. Bırakıp gitmek istemiyorum. Şu an kaldığım yer olmasa nerde kalırdım bilmiyorum. Depremden yaklaşık 10 yıl önce bu ahırı yapmıştım. Belki hayvancılık için devletten bir destek alıp bu işe başlarım diye. Meğerse ahırda kalmak hayvanlara değil bana nasipmiş. Şimdi ben oraya birkaç döşek, sandalye, masa koydum. Orayı sabahları ev olarak kullanıyorum. Akşamları da deprem korkusuyla çadırda kalıyorum. Ahırda yemeğimi, banyomu, varsa elimde bir şey orada yiyorum” dedi.

İmam Külüğ yaşadıklarını anlatırken bir yandan etrafa bakıyorum üstü başı yaşadığı ortamın eksiklerine rağmen çok temizdi. Sanki her an birileri gelecekmiş gibi hep kapıda bekleyip dışarı doğru bakıyordu. Topraktan yapılmış ev bir apartman dairesi kadar düzenliydi. Etraf isli çaydanlık ve tencerelerle doluydu. Yünden yapılmış döşeklerin üzerini örtü ile kaplamıştı.

Hayvancılık yapma hayaliyle inşa ettiği ahırında su olmadığını belirten İmam Külüğ, dışardaki çeşme suyunu içeri taşıdığını ve bu yüzden kışın çok zorlandığını söyledi. Çadır su akıttığı için içerdeki tüm döşeklerinin ıslanıp küflendiğini belirtti ve ekledi: “Anamın ölmeden önce koyun yünüyle yaptığı bu döşek ve yorganlarımın hepsi ıslanıp küflendi. Diğerlerini de hep fare kemirdi. Ortada bir şey kalmadı.” Bunları anlatırken yüzüne buruk bir gülümseme de ekliyor.

Anamız Öldü Babamız Öldü Biz de Ölelim Artık”

İmam Külüğ, bazen canı sıkılınca etrafı dolaşıyor. Bazen odun topluyor. Onun deyimiyle kendini bırakmaması lazım. Yaşadığı süre boyunca bu topraklara sahip çıkması gerekiyor. Kimse beni görmeye gelmiyor, ben de hiç kimseyi görmüyorum diyerek aslında yalnızlığından da üzüntü duyuyor.

Oturduğu mavi plastik sandalyede kollarını bağlayıp öne eğilerek kendini küçültüyor adeta. Ayakta kocaman duran bu adam sandalyede nasıl da ufalıyor şaşırmamak elde değil.

Külüğ, “Ben zaten derbeder olmuşum. Bu o kadar basit bir şey mi? Her şeyimi kaybetmişim. Canımızdan da olalım ama öldürmüyor işte. Anamız öldü, babamız öldü biz de ölelim. Başka türlüsü olmuyor. Bu Allah’ın işidir. ‘Benim buna gücüm nasıl yetsin?’ Yapamıyorum, yetemiyorum. Allah bizi verdi bir kere. Mecbur yaşıyoruz. Allah beni bu hale sokmuş. Ben şimdi ne diyeyim?  İnsanı yaşatıyor, büyütüyor, evlendiriyor, öldürüyor. Benden de her şeyimi almış. Ne bir ailem var ne bir evim ne de bir yaşantım. Halim ortada. Biz batmışız 20 yıl az değil. Biz çürüdük. Bu böyle olmaz” sözleri ile özetlediği hayatına sitem ediyor

“Herkes Herkesten Kaçıyor”

Köy yaşantısı elbette her yönüyle çok zor ama herkesin birbirini tanıdığı bu yaşam alanında yardımlaşma ve dayanışma tüm zorluklara rağmen sürdürülebiliyor. Külüğ de bunun farkında ve köy halkından yardım isteyince yardım edeceklerini bildiğini söylüyor ancak her şeyin eskisi gibi olmadığını da ekliyor.

“Köylülerden yardım istersem elbette yardımcı olurlar ama ben kimseden yardım istemiyorum” diyor Külüğ: “Herkes kendisiyle uğraşıyor. Her şey para olmuş. Kimse karşılıksız yardım etmiyor insana. Benim de param yok. Devletten aldığım para bana yetmiyor. Herkes herkesten kaçıyor. Artık köy de eskisi gibi değil.”

Köyde bir günde yaptıklarını ise şöyle sıralıyor: “Benim çok uykum olmuyor. Sabah erkenden kalkıyorum genelde. Çoğu kez geceleri de uyuyamıyorum . Uyku tutmuyor pek. Bir çay içiyorum. Varsa bir sigara alıyorum. Kahvaltı yapacağım ne varsa onu yiyorum. Aynı yaşam her sabah yenileniyor benim için” diye anlatıyor.

Zaman zaman sigarasından içli bir nefes alarak uzaklara dalıyor. İnsanlardan uzak kalırken aslında onlarla konuşmaya ihtiyacı varmış hissi yaratıyor. Uzun zaman sonra ilk defa biriyle konuşma fırsatı yakalamış ve bu anı kaçırmamak için her şeyi hızlıca anlatmaya koyuluyor. Anlatıp bu yükten kurtulmak istercesine ara vermeden konuşmaya devam ederken belki de yıllardır beklediği tek şey birilerinin onu dinlemesiydi diye düşünüyorum.

İnsan Burada Besin Alamıyor

Bir evi olmasını çok isteyen İmam Külüğ, “İnsan ister güzel bir evi olsun. Değil mi? Kendime bakmaya çalışıyorum ama olmuyor. Bir yerim yok. Burada bakım yok. İnsan burada besin alamıyor. İyi de olamıyor. Onun için burası da bize olmuyor” diye kendini ifade ederken üzerindeki yorgunluğu gizleyemiyor.

Çeşitli yardımlarından faydalanarak zor da olsa geçimini sağladığını söyleyen Külüğ, ihtiyaç sahibi kimselere neler çıkarsa kendisinin de aynı şeylerden yararlandığını ve bu konuda bir eşitlik olduğunu ifade ediyor.

Pahalılaşan bu hayatla geçinmek daha da zorlaştığı için onun zor olan yaşantısı katlanarak büyüyor. Cebinde son kuruşu olduğunu söyleyen Külüğ, bazen çok zorlandığında tanıdık insanlardan borç aldığı ve sonrasında ödediğini söylüyor. Aldığı ücret yaşamasına yetmiyor ama elinden başka bir şey de gelmiyor çünkü ne bir işi var ne bir evi var ne de bir ailesi. Yaşamayı artık bir zorunluluk olarak gördüğü için bunu her defasında yineleyerek söylüyor.

İmam Külüğ, “Ben her şeyden önce bir evim olsun istiyorum. Gerisini bir şekilde hallederim diye düşünüyorum. Benim durumum hep buydu ama en azından evim vardı. Çok fazla bir şeyim yoktu hiçbir zaman. Şimdi de öyle. Ahıra attığım birkaç döşek ve minder dışında. Bir de kaymakamın bana gönderdiği bir soba var. Unutmadan bir de küçük bir radyom var. Hastalığım eskiden daha kötüydü. Şimdi daha iyiyim. Beni deli sanıyorlar ama aslında ben insanlarla konuşmaya açım. İnsanlardan kaçıyorken onlarla sohbet etmeyi seviyorum” diyor.

Ocağın önünde biriktirilmiş sigara izmaritlerine bir yenisini daha ekliyor, durmadan da tütün sarıyordu. Yüzü çökmüş ve çok zayıflamıştı. Ayağında yırtık terlikleriyle uzun adımlarla volta atıp duruyordu.

Radyoda Neşet Ertaş’ın “Dağlar Dağladı Beni “türküsü çalarken ayrılıyorum oradan.

Türkü ise adeta beni uğurlar gibiydi: “Dağlar dağladı beni

Gören ağladı beni

Ayırdı zalim felek, derde bağladı beni”

Kulağımda türkünün sesi gitgide azalırken zihnimdeki ses bana İmam Külüğ’ün, bu taşlar altında ölme ihtimalini göze alarak ana babasından yadigâr kalan bu yerde seve seve can vermeye razı olduğunu fısıldıyor.

Haber: Ezgi Kuluğ

0

Misyon

Vizyon

İletişim

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ
DUMLUPINAR BULVARI KONYAALTI / ANTALYA
Tel: 0 242 310 15 30
Tel: 0 242 310 15 31