Günümüz popüler müziğinin toplumsal ve kültürel açıdan insanları nasıl etkilediğini ve kapitalizmin sektörü nasıl etkilediğine yönelik sorularımızı Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gökmen Özmenteş’e sorduk.
Her gün karşımıza çıkan popüler müziğin, arz- talep ilişkisine bağlı olarak toplumun bir ihtiyacı mı olduğu yoksa bunun insanların kabullenildiği bir durum mu olduğu hala tartışma konusu. Akil Haber Ajansı olarak sorularımızı, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, farklı müzik türlerinde kadının konumu, müzikoloji ve sosyoloji alanlarında çalışmalar yürüten öğretim üyesi Prof. Dr. Gökmen Özmenteş’e sorduk.
Son yıllarda da adını daha çok duyduğumuz popüler müzik akımının bizlerde etkisindeyiz. Peki, nedir bu popüler müzik. Bize tanımlayabilir misiniz?
G.Ö: Aslında daha çok popüler kavramına odaklanmak gerekebilir. Bunun üç veya dört perspektifi var. Bunlardan birincisi, ilk akla gelen geniş kitlelere ait olan demektir. Biraz da burada kökündeki popüler kelimesinden dolayı kaynaklanmakta. İkincisi ise, endüstriyel bir boyutu var, yani kapitalizmin ürünü olduğunu söyleyebiliriz popüler kavramı için.
Aslında her dönemin bir popüleri vardır. Yani bilinen ve ünlü çevrelerde yayılmış olmak aslında ünlülük ve şöhret kavramıyla da ilişkilendirebiliriz. Ancak biz bugün popüler dediğimizde daha çok, belirli dar bir çevrede ünlü olmaktan bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz bu iki boyutu da kapsaması gerekiyor. Özellikle, birinci olarak çok büyük kitleler tarafından tüketilmek. İkincisi ise bunun ticari bir ürün haline gelmiş olması gerek.
Aynı şekilde popüler müzikte bu iki niteliği karşılıyor. Yani çok büyük kitleler tarafından tüketilen bir müzik türü ve Müzik endüstrisi içerisinde en fazla iktisadi payı olan bir müzik türünden bahsediyoruz.
“Sektör Sunar Ama Burada da Toplumun Bir İkiyüzlülüğünü Görebiliriz”
Popüler kültürün etkisiyle yerini sağlamlaştıran pop müzik ve kliplerinde özellikle yer alan kadın bedeni, toplumsal cinsiyet açısından nasıl bir etkilenme durumu yaşadı?
G.Ö: Bu durumu sektör belirlemekte. Objektifikasyon yani kadın bedeninin nesneleştirilmesi mevzusu, kavramsal olarak ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi saf bir objektifikasyon, yani sektör bunu istediği için kadın bunu yapıyor. İkincisi ise self objektifikasyon, bu durumda ise sektör istediği için değil de kadın kendisini o ortamda güzel bulduğu için, bedensel olarak gözüküyor. Bu iki kavramı birbirinden ayırmak bazı durumlarda çok zor.
Yine de popüler müzikte sadece kadın bedeninin değil erkek bedeninin de objeleştirildiğini görürüz. Bunlar popüler markaların erkek reklamlarında da görülebilir, ya da günümüz dizilerinde kas yapmış erkeklerin yerli yersiz soyunmaları bile, aslında erkek bedeninin de günümüzde ticari bir nesne olarak, yani görülmesi arzulanan objeleşmiş bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor. Kısacası insanlar neyi görmek istiyorsa sektör de bunu onlara verebiliyor ve getiri elde edildiğinde de bu durum devam ediyor.
Bu konuda beden nesneleştirilmesinin sadece kadın bedeninin üzerinden okunmasına da karşıyım. Çünkü erkek bedeni de kadın bedeni de günümüzde eşit bir şekilde nesneleştiriliyor.
Burada bir toplum baskısından söz edebilir miyiz?
G.Ö: Buna toplum ifadesi yerine sektör kelimesini kullanmak daha doğru olacaktır. Özellikle Türk kültürüne bakıldığında geleneksel yani Anadolu kültürünü baz alırsak bu tür şeyler pek hoş karşılanmaz. Hatta muhafazakâr bir toplumda sayılırız bu noktada. Özellikle 2000 sonrası toplumsal kalıplarımız, düşüncelerimiz ve geleneklerimizde siyasi bir güç buldu dolayısıyla toplumun böyle bir şeyi yönlendirmekten ziyade, toplumun bunu görmek istediği gibi bir durumda ortaya çıkabilir. Yani bu durumda oklar yine sektörü göstermekte. Sektör sunar ama burada da toplumun bir ikiyüzlülüğünü görebiliriz. Burada da aslında insan psikolojisi devreye giriyor diyebiliriz.
“Türkiye’de 2000’li Dönemlerde Feminist Bir Punk Girl Hareketi Oldu”
1970’lerde başlayan ve o dönem ikinci dalga olarak da adlandırılan feminist hareketin yaygınlaşmasıyla ve özellikle punk müziğin etkisiyle kadınlar üzerinde değişimler görmeye başladık. Bunun sonucunda toplumda gerekse müzik piyasasında ne gibi değişimler oldu? Özellikle ülkemiz için neler değişti?
G:Ö: İngiltere’de çıkışlı bir oluşumdu bu aslında, yani Anglosakson bir hareket olarak nitelendirebiliriz. 1930’lardaki feminizmin Amerika’daki ilişkisine bakarsanız İngiltere’deki punk hareketi ve bunun içerisindeki kadınlığın aslında biraz erkeksileşerek ya da sert kadın görüntüsüyle, hatta o dönem sinirli kadınlar olarak adlandırılan hareketle de onları sert ve erkeksi kadınlık gibi hareketler sergilediğini görebiliriz. Tabi bu hareketlerin oldukça yerel olduğu düşünülebilir çünkü Avrupa’nın birçok yerinde görülmedi bunlar.
Türkiye’de de 1990’lar sonrasındaki Türk popunun patlamasıyla ve o dönemin bazı isimlerinin 2000’li dönemlere sarktığında bu tür feminist bir punk girl hareketine, tutum ve imajlar çizildiğini görebiliriz. Özellikle bu akımın başında Özlem Tekin gelir, bir başkası da Şebnem Ferah’tır.
Aslında bu iki isim Ankara kökenli Volvox grubundan çıkma sanatçılardır. Bu iki sanatçının parçalarında da rahatlıkla feminist söylemi bulabilirsiniz, bir de rock müzik yaptıkları için paralellik kurabiliyoruz ama o dönemin hareketleriyle de bir bağlantı olduğunu göstermeyebilir. Yani o tarz bir, punk girl akımı Türkiye’de pek gözükmedi diyebiliriz açıkçası. Tabi buna neden gösterecek olursak da, bu tarz oluşum ve hareketlerin Türkiye’de kültürel bir tabanı çok da bulunmamakta.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
G.Ö: Müzik hakkında daha çok konuşmamız gerekiyor. Özellikle müzik hakkında yazıp düşünen akademisyenlere, müzikologlara daha çok mikrofon uzatılması lazım. Müziğin bir dezavantajı var, o da herkes müzik hakkında konuşabiliyor. Örneğin ekonomi ve futbol gibi. Müzik aslında diğer alanlara göre daha fazla toplumsallaşma kapasitesi olan, toplumu birleştirmeden tutunda bölmeye kadar müthiş bir aygıt. Daha fazla sohbet edilmesi gerek bu konuda.
Haber: Can Aktaş
Son güncelleme: 17.03.2023 02:08:58