James Joyce’un Kitabı 28 Yılın Sonunda Okunabildi

James Joyce’un 17 yılda yazdığı ‘Finnegan Uyanması’ adlı kitap edebiyat dünyasına kazandırıldığı günden bu yana eleştirmenler ve araştırmacılar tarafından birçok tartışmaya konu oldu. “Çevrilemez ve okunamaz” denen kitabı Kaliforniya’da halk kütüphanesinde 1995 yılında okumaya başlayan bir kitap kulübü Joyce’un eserini 28 yılın sonunda bitirebildi.

Kitap kulübünün kurucusu olan Gerry Fialka bu kadar yıl boyunca bir kitap okumanın gerçekten bir macera olduğunu söylüyor: “Finnegan Uyanması döngüsel bir kitap. Son cümle kitabın en başına dönüyor. Bu, kitap kulübü üyelerinin tarafından 28 yıl boyunca paylaşılan deneyimin devam etmek üzere olduğu anlamına geliyor”

Amacı Okunmayan Bir Kitap Yazmaktı

Yıllardır James Joyce’u inceleyen deneysel bir film yapımcısı olan Fialka, insanların Joyce’un 10 yıl önce ilk ‘Finnegan Uyanması’ kitap kulübünü başlattığını bilmediklerine dikkat çekiyor. Fialka’nın anlattıklarına göre James Joyce, Samuel Beckett, Melarcel Brion, Frank Budgen ve diğerleri arkadaşlarına 10 yıl boyunca daha çıkamayacak kitabi okutmuş ve makaleler yazdırmıştı. Fialka: “Joyce ne yaptığını biliyordu. ‘Ulysses’ kitabı yayınladıktan sonra okunamayan bir kitap yazmaya çalışıyordu” diyerek yazarın başarılı olduğunu belirtiyor ancak aynı zamanda kitabın gayet okunabilir olduğunu da savunuyor.

Finnegan Uyanması’ Kitabını Hiç Bir Zaman Tek Başıma Okuyamam”

Gerry Fialka “Finnegan Uyanması” kitabını tek başına okuyamayacağını bildiği için kitap kulübü kurma fikrini taşıdığını anlatıyor ve bu kitap kulübünün nasıl kurulduğunun hikayesini, “Sanat tarihi ve film okudum. Sonra Frank Zappa için çalışmak üzere Los Angeles’e taşındım ve beni Marshall McLuhan ve James Joyce’u daha derin incelemeye iten insanlarla tanıştım” diyor vedünya çapında 52 “Finnegan Uyanması” okuma kulübünün olduğunu öğrendiğini böylelikle öğrendiğini söylüyor.

Bu Gizli Bir Kod

Gerry Fialka, Finnegan Uyanması’nı kimsenin anlamadığı bir dil icat ederek arkadaşlarınızla gizli bir koda sahip olmakla karşılaştırıyor. Kitap, bazıları son derece karmaşık olan birçok sözcük içeriyor. Fialka, herkesin onları biraz farklı bir şekilde telaffuz ettiğini ve bunu yüksek sesle okunmasının nedenlerinden biri olarak gördüğünü söylüyor:
“Gruptaki insanların kelimeleri farklı bir şekilde telaffuz ettiğini duyduğunuzda kelimelerin daha fazla farkına varıyorsunuz.”

Joyce Teknolojiyi Gördü ve Onu Bir Kitap Olarak Gizledi

James Joyce üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılarının çoğu, ‘Finnegan Uyanması’nda geçen bazı kelimeler nedeniyle kitabının tahmin edici özelliğinin olduğunu savunuyor. Fialka, James Joyce’un ‘Finnegan Uyanması’nı yazarken kısa dalgalı radyo dinlediğini söylüyor: “Radyodan gelen bütün seslerini kağıda döktü bu yüzden kitapta 60-70 üzerinde dil var. Joyce’un Türkçe konuşmayı bilmemesine rağmen ‘Finnegan Uyanması’da Türkçe kelimeler var.”
Bazı akademisyenler de Joyce’un e-posta, televizyon ve hatta yapay zekayı ön gördüğünü iddia ediyor. Gerry Fialka bize bu konudaki bakış açısını anlatıyor: “Belki de e-postayı tahmin ediyordu ya da tesadüf olabilir. İstediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz.” Fialka, “Finnegan Uyanması”nın bir kitabın lineer formatına yerleştirilmiş geçmişteki, şimdiki zamandaki ve gelecekteki her şey olduğunu söylüyor.

Bir Barış Manifestosu

Gerry Fialka, ‘Finnegan Uyanması’nın hakkında öğrendiği en önemli şeyin barış olduğunu belirtiyor. Çatışmanın askeri ordusu olmadan çözülebileceğini ve Joyce kitabında bundan çok bahsettiğini ileri sürüyor. Son zamanlarda Fialka’nın kitap kulübü birçok farklı haber ve makalede konu oluyor. Gazete ve radyo gibi medya kitap kulübünün 28 yılın ardından nihayet ‘Finnegan Uyanması’nı bitirdiğini vurguluyor. Ancak Fialka kitap döngüsel olduğu için okuyucuları son cümlenin ortasından en başa yönlendirdiğini söyleyerek bunun doğru olmadığını kanıtlıyor. Fialka kitabının asla bitmediğini ve tüm zamanların içerisinde gerçekleştiğini açıklıyor. Bu da bütün birlik olarak şu anda gezegende olanları çağrıştırıyor. Fialka’nın son makalesinde yazdığı gibi, kendisi ve kitap kulübünün, basın ve diğer herkes Joyce’un barışı teşvik etmesine daha fazla dikkat çekerse takdir edeceklerini söylüyor. Fialka: “Bir romanı okumak için 28 yıl harcadığımız gerçeğine gülebilirsiniz ancak James Joyce’un barış kelimesini vurgulamak için 28 dil kullandığını lütfen unutmayın.”
Gerry Fialka, “Joyce bizim bugün bildiğimizi o zamanlar seziyordu ve dünyanın barışa ihtiyacı olduğunu söyledi” diyerek sözünü sonlandırıyor ve “Finnegan Uyanması” kitabının bir barış çağrısı olduğunun altını çiziyor.

Haber: Kamila Abdrakhmanova

‘’Renkler Kaçışımdı, Çıkışım Oldu’’

Çağımızda bağımlı hale geldiğimiz ne çok şey var değil mi? Cep telefonlarından, sosyal medyadan, elektrikten ve teknolojiden bir an olsun kopamadan geçirdiğimiz günler. Hatta düşünsenize Instagram’a girmeden geçirdiğimiz kaç dakika var gün içinde? Yaşamadan önce paylaştığımız kaç kare? Önceden yaşardık, şimdi yaşamadan önce güzel poz derdindeyiz çoğumuz. Kendimizi en son ne zaman dinledik kim bilir? Telefonlarımızı kapatıp, tüm teknolojiden uzak kaç saat geçirdik. Kendi iç sesimizle en son ne zaman konuştuk. Günümüzde terapiler bile online artık ve bu demek oluyor ki psikoloğumuzla bile bir ekran üzerinden görüşüyoruz. Elbette ki teknolojiden bağımsız bir hayat düşünülemez günümüzde. Ama bahsettiğim o değil. Değinmek istediğim konu çok başka.
Düşünün… Çoğu zaman elektriğin olmadığı, telefonun çekmediği, hatta çamaşırlarınızı bile bir nehirde yıkadığınız bir yer. Yaşayabilir misiniz?
Bu sorunun cevabını Eskişehir Anadolu Üniversitesi Seramik bölümü mezunu, Nakış, dövme, resim gibi bir sürü dalla ilgilenen gezgin sanatçı Zeynep Ertürk’ten alalım. Kendisiyle, çocukluğundan sanata, bir dağda geçirdiği 6 aydan sonra eriştiği farkındalığa kadar birçok şey konuştuk.

Belki Çocukken Oynadığım Çamur Benim Seramiğe İlk Adımımdı
Öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
-1991 yılında İzmit’te kırmızı kapılı bir hastanede başlamış hikayem. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Seramik mezunuyum. Yüksek lisansımı da Şamanizm mitolojisi üzerine kuklaların seramik malzemeleri üzerinden yorumlanması üzerine yaptım.
Peki madem buradan girdik öyle devam edelim. Nasıl bir çocukluk serüveniydi seninki?
Çocukluğum İzmit Kuruçeşme’de geçti. Yalnız bir çocukluk serüveniydi. Hatırlamaya çalıştığımda arkadaşım yoktu. İçime kapanık bir çocuktum. Annem ve babam çalışıyordu. Onlar işe gittiklerinde ben babaannem ve dedemle kalıyordum. Bahçeli bir evdi. Bahçede çamurlarla oynuyordum. Belki bu ileride seramiğe yönelmemin ilk adımı olacaktı bilmiyorum. Ve yalnız kaldığımda yaptığım tek şey kalem ve kağıt alıp resim çizmekti. Çok klişe olacak ama renkli kalemleri elime aldığımda bir şeyler çizdiğimde büyülü bir dünyaya geçiş yapıyordum sanki. Çiçeklerin rengini çıkarıp kendimce bir şeyler yapardım. Böyle bir çocukluktu.

Sonraki dönem nasıldı?
Sonraki dönem hep aynı geçti. Resim çizerek, renklerin peşinde koşarak. Renklerin bir araya geldiği zaman ortaya çıkardıkları şeyler beni aşırı eğlendiriyordu. Lise zamanına geldiğimde güzel sanatlar lisesine gitmek istedim ama babam istemedi. O para kazanabileceğim, düzenli bir işim olsun istedi. Çok da güzel bir puan almıştım ama babamla okula gittiğimiz gün kayıtların tarihini kaçırdığımı öğrendim. Belki de bir komploydu bu hala bilmiyorum. Çok üzülmüştüm. Böylelikle Anadolu lisesinde eğitim görmek zorunda kaldım. Ama o süreç zarfında da hep resim çizdim. İzmit’ten trene atlayıp İstanbul’a giderdim hep. Dali’nin sergisi, Picasso’nun sergisi falan. Okuldan kaçıp eski, yavaş trenlerle o sergileri izler geri dönerdim. Zaten sonrasında da babamı ikna edip bir resim kursunda eğitim almaya başladım. Hep okulu hem kursu beraber devam ettirdim. Çünkü üniversitede sanatla ilgili bir şey okuyacağımı ve babamı da buna ikna edeceğimi kafama koymuştum.

Kendimi İfade Edebilecek Tek Alanım Renklerdi
Seni bu yolda daha fazla büyüleyen şey neydi?
Sessiz bir evdi büyüdüğüm ev. Mesela annem ve babam tartışıp küserlerdi. Birbirleriyle konuşmazlardı bir süre. O sürede benimle de konuşmazlardı. Dediğim gibi zaten arkadaşım yoktu ve içine kapanık biriydim. Kendimi ifade edebilecek tek alanım buydu. O noktada yapabileceğim tek şey elime kağıt ve renkli kalemler alıp bir şeyler çizmek ve zaman geçirmekti. Ayrıca ilkokulda resim öğretmenim çizdiğim şeyleri sürekli panoya asar ve “Sen çok büyük bir ressam olacaksın ileride” derdi. Bunlar daha da asılmama sebep oldu. Demek ki yeteneğim var dedim. Sonra bu büyük bir tutkuya dönüştü. Ve ben o yolda yürüyerek yılları geçirdim. Yaratıcılık tarafını çok sonradan keşfettim.

Üniversite Sınavı Hüsran Oldu
Peki üniversite zamanı?
Sonuç hüsran. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin 5 ayrı sınavına girdim. Ama hiçbirini kazanamadım. Ve durup, “Sanırım ben yetenekli değilim” dedim. Çok ağladım. Bir dönem öyle geçti. Sonra resim kurslarını araştırmaya başladım. Eskişehir’de Özgür Oğuz isimli hocayla tanıştım. Anadolu Üniversitesine yönelik öğrenci hazırlayan biriydi kendisi. Kendisiyle iletişime geçip ondan 1 sene eğitim aldım. Ertesi sene Güzel Sanatlar Fakültesi’nin 5 bölümünün sınavına girdim ve 4 bölüm birden kazandım. Sonra da aralarından seramiği seçtim. Birincilikle bu bölüme girdim.

İletişimim “Akıtmak” Oldu.
Eskişehir günlerin nasıl geçti?
Eskişehir günlerimde de başrolüm hep üretmek oldu. Çok sosyal bir insan olmadım hiç. Söylem olarak kendimi çok iyi ifade edebilen biri değilim bence. Hep iletişimim “akıtmak” oldu. Kağıda akıttım duygularımı, sonra bir bez parçasına akıttım. Örgü ördüm, iğne ipliğe akıttım. Eskişehir’de de bunları yaptım. Notlarım hep çok iyiydi. Sonra Erasmus’la İspanyaya gidip 6 ay orada yaşadım. Eğitim gördüm. Orada İspanyolca da öğrendim. Daha Sonra 3 ay Macaristan’a gidip bir seramik stüdyosunda staj yaptım. Uluslararası sanatçılarla bir aradaydım. Ardından yüksek lisans serüveni. Şamanizm mitolojisi üzerine kuklaların seramik malzemeleri üzerinden yorumlanmasıyla alakalı bir tez için Moğolistan’a gittim.

‘’Otobüs Bileti Alacak Kadar Paran Varsa Tamamdır’’
Yani sen hiç yerinde durmadın?
Kök salmak ve köklenmek hep üzerine düşündüğüm bir konuydu benim. Bir yere kök salmak konusunda hiç emin olamadım. Beslendiğim şeyler yalnız kalmak, doğada olmaktı. Gezmek, yeni yerler görmek hep beni ben yapan şeylerdi. Sonra da hayatın önüme çıkardığı fırsatları kabul ettim. Gezmek için paramın olmasını hiç beklemedim. Otobüs bileti alacak kadar paran var mı, tamamdır. Çünkü işaretleri takip ettim hep hayatımda. O işaretlerin yolundan gittiğimde de çok olmasa da hep bir şekilde paramı kazandım zaten.

Nasıl para kazandın mesela?
Üniversite yıllarında baristalık yaptım. Yüksek lisans sonrasında çocuklara seramik ve resim dersleri verdim. Rehberlik ve çevirmenlik yaptım. Yaptığım nakış ürünlerini sattım sergilerde. Ama asıl dövme yaparak para kazanıyorum son yıllarda.
Dövme yapmaya nasıl başladın peki?
O da aslında plan dahilinde değildi. Ben dövme sanatçısı değilim. Kendimi böyle tanımlamıyorum. Ben hep geçinebileceğim ve gezebileceğim kadar para kazanmak ama kazandığım parayı da ürettiğim şeyden kazanmak istiyordum. Arkadaşlarım biriken çizimlerimi görüp neden dövme yapmıyorsun diyorlardı zaten. Sonra üniversite arkadaşımın sosyal medya paylaşımında bir dövme sanatçısı aradıklarını gördüm. Hemen aradım ve onun yanına gidip 1-2 ay izledim. Sonra kendi bedenimde denedim ufak ufak. Baktım oluyor. Elimdeki parayla dövme makinesi aldım ve dövme yapmaya başladım.

‘’9 Dönüm Bir Arazinin İçinde Kapısı Olmayan Bir Çadırda 6 Ay Yaşadım’’
Peki en merak ettiğim konuya geliyorum. Dağda yaşama fikri nasıl oluştu?
Aslında planlı bir şey değildi bu. Güzel bir şey yaşayacaksan o şey seni çağırıyor, buna çok inanıyorum. Pandemi dönemi hepimizi etkilediği kadar beni de etkilemiş ve bunaltmıştı. Yasakların yeni bittiği dönemdi. Birgün bir arkadaşım beni aradı Kazdağları’nda camping alanı olduğunu söyledi. “Tam senlik bir yer, gelmek ister misin?” dedi. Birkaç gün kalır dönerim diye düşündüm. Dokuz dönüm bir arazinin içinde, bir çadır vardı işte ama çadırın kapısı yok her yeri açık. Sadece üstü kapalı kimse yok tahmin edeceğin üzere. Ve öyle bir yer ki insanlara ulaşabilmen ve besin ihtiyaçlarını karşılaman için köye inmen bile 40- 45 dakika sürüyor. İki gün diye gittim 6 ay kaldım.

Nasıl?
Gerçekten. İspanyadan sonra hayatımdaki en güzel 6 aydı. Sürekli resim çizdim. Sabah yürüyüş yapıyordum yanımdan domuz ailesi geçiyordu. Kısıtlı elektrik vardı. Telefon zaten çekmiyor. Tüm hayat koşuşturmalarından, insanların boş kalabalığından uzakta sadece kendimle kaldım. Zaten giderken yanıma iki üç parça kıyafet götürmüştüm. Kimsenin seni makyajınla, saçının şekliyle, o gün yaptığın kombininle eleştirmediği bir yerdesin. Sadece üst kısmı kapalı olan bir yerde uyudum. Kıyafetlerimi nehirde yıkadım. Akışta olmayı kabul ettim ve aktım gittim.

‘’Tek Derdimiz Sabah Uyandığımızda Ekmek Var Mıydı Diye Düşünmekti’’
Sıkılmadın mı hiç? Sosyal medya yok. İnsan yok. Elinin altında olan birçok şeyden mahrum bir yaşam…
Hiç sıkılmadım. Çünkü o hayat bana zaten suni geliyordu hep. Sosyal medyada çok zaman geçiren biri de değildim. Kim ne paylaşmış, neredeymiş merak da etmedim. Tek derdimiz, “Sabah uyandığımızda ekmek var mı?” diye düşünmekti. Çünkü ekmek için köye inmemiz gerekiyordu. Yaz sezonunda birkaç kampçı geldi mesela. O kadar çok yalnızlığa alışmıştım ki onlar gelince “Ne zaman gidecekler acaba?” diyordum kendi kendime.

Az önce domuz ailesi dedin. Korkmuyor muydun yabani hayvanlardan?
Hiç korkmadım. Ayısı vardı, çakalı vardı, domuz aileleri vardı. Tam tersi insanlar geldiğinde korkuyordum. Çünkü seni yargılayabilecek tek canlı insanlardır. Özgürleşme geldi orada bana. Bu da sanatıma yansıdı. Sanatımda özgürleşti. Şehirde bir şey çiziyorsun ve insanlara gösteriyorsun. O yorumların, eleştirilerin, yargılamaların sonu gelmiyor. Küsüyorsun denemeye. Ama orada zaten iki üç insan vardı onlara gösteriyordum. Beğeniyorlardı ya da beğenmiyorlardı. Üretme ve deneme korkaklığımı yendim. Kendi iç sesim ne diyorsa çizdim.

Peki gelecekten ne bekliyorsun. Bu yol nereye gitsin istersin?
Şu an gezerek dövme yapıyorum. Bundan çok keyif alıyorum. Şehir şehir geziyorum. Küçük bir kitle de edindim sosyal medyada. Çizdiğim şeyleri, dövmelerimi, nakışları paylaşıyorum ufaktan. Gittiğim yerlerde de paylaşım yapıyorum. Dövme yaptırmak isteyenler için yer ve tarih bilgisi veriyorum ya da dövme yaptırmak için sözleşip o şehre yola çıkıyorum. Şu anlık böyle güzel gidiyor ama tabi ki ilerisi için karavan istiyorum. Her gün başka bir sahilde başka bir dağda uyanmak istiyorum. Göçebelik ve tek başınalık bana iyi geliyor. İnsan bir yere köklenmemeli. Güneş alan her yer seni büyütüyor. Çiçek gibi. Güneş ve su varsa hallolur her şey gibi geliyor.

Haber: Hüseyin Üstünol

20 Günlükken Başlayan Mücadele

Kayseri’nin sakin ve huzurlu köylerinden birinde, zorlu bir hayat mücadelesi veren minik Barış’ın hikayesi, umut ve sevginin gücünü bir kez daha gözler önüne serdi. Barış’ın akranlarının aksine sağ ayağı olmadan dünyaya gelmesi hayatını daha bebekken zorlu bir hayat mücadelesine dönüştürdü. Ancak Barış’ın en büyük şansı, her anında yanında olan annesi ve ailesiydi. Barış’ın hikayesi ailenin çocuklarının hayatındaki rolünün ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Barış’ın ailesi, onun için yalnızca bir ebeveynler değil, aynı zamanda bir kahramandı. Büyük bir sevgi ve özveriyle oğluna destek olan aile Barış’ın her adımında onun yanında oldu. Ailenin çocukları için yaptığı fedakarlıklar ve gösterdiği farkındalık, köydeki diğer ailelere ve insanlara da umut oldu. Barış’ın ailesi, onun fiziksel engelinin bir engel olmadığını, sevgi ve ilgiyle aşılabileceğini herkese gösterdi. Barış’ın gerektiğinde ayağı ya da uzanamayan eli olan aile sevgisi ve ilgisi, onun hastalığıyla mücadelesinde en büyük desteklerden biri oldu.

“Umudum O Benim”
Barış’ın annesi Elif Akar, maddi imansızlıklar ve ailece köyde yaşamaları nedeniyle hamilelik esnasında gereken kontrolü yapamadıklarını aktardı. Her ne olursa olsun oğlundan vazgeçmeyeceğini dile getiren Elif Akar sözlerini şöyle sürdürdü: “Hamileyken bilmiyordum. Ultrasona çok giremedik çünkü köyde yaşıyordum hastaneye çok gitme şansım olmadı. Maddi imkansızlıklar yaşadığımız için ultrasona bir kez girdim. Orada da böyle bir hastalığı göremedi doktorum. Biraz erken doğdu Barış. İlk doğduğunda bana göstermediler etkilenirim diye. Yanıma koyduklarında şok oldum, beklemiyordum. Gerçek miydi, hayal miydi anlayamadım bile. Eşimi aradım o da yanlış görebileceğimi söyledi. Daha sonra bu durumu görünce kabul ettim, bebeğim böyle dedim. Ultrasonda da görseydim böyle bir hastalığı olduğunu oğlumdan vazgeçmezdim. Umudum o benim. Sadece uzun bir dönem kendimi suçladım. Eğer imkanım olsaydı ve hastaneye gitseydim, erken teşhis koysalardı yine mi böyle olur diye.”

“Bundan Sonra Bizim Onu Korumamız Lazım”
Türkiye’de nadir görülen Barış’ın hastalığından bahseden anne Elif Akar, yeri geldiğinde oğlunun olmayan ayağı, yeri geldi uzanamayan eli oldu. Elif Akar, “Amniyotik bant sendromu denilen bir hastalık bu. Henüz anne rahmindeyken kesenin zarar görmesi sonucu ortaya çıkan bir durum. Sonradan bir tedavisi yok. Hastalığın net bir açıklaması da yok. Zaten, her 10 binle 15 bin bebekten yaklaşık 1’ini etkiliyormuş. Barış’ta o bir çocuk. Eşim de en az benim kadar etkilendi. Çünkü ailemizde genetik bir şey yoktu. İlk çocuğumda böyle bir şey yaşamamıştık. Eşim de kabullendi bu durumu. Ve oğlumuzu desteklemeye devam ettik. Doktor bize dedi ki, sağ ayağı yok fakat diğer ayağı da içe basıyor. Zaten engeli yüzünden durumdan oldukça etkilenmiştik. Bunu duyduktan sonra kendimizi toparladık ve dedik ki, oğlumuz böyle ve bizim bundan sonra onu korumamız lazım” şeklinde konuştu.

“Her Şeyi Göze Aldık”
Barış’ın henüz çok küçük yaşlardan itibaren başlayan hayat mücadelesinin en büyük tanığı olan anne Akar, “20 günlükken başladı maceramız. Atel kullandık, alçı kullandık. Daha çok küçükken hayatla mücadele etmeye başladı. İleride sıkıntı olmasın diye fizik tedaviye gitmeye başladık. Köyde olduğumuz için yol bizim için çok uzundu. Bilet parası bulamıyorduk bazen. Sabah 6’da yemek yer, akşam ezanına kadar dururdum. Eşim gece gündüz çalıştı. Devlet desteği, eş dost desteği derken bir şekilde idare ettik. Bir gün Barış’ın doktoru kemik batması olduğu için ameliyat dedi. Tek geçim kaynağımız ineğimizdi. Onu sattık. Barış şu an 5 yaşında. Fizik tedavisi devam ediyor. Gerektiğinde kendimizi sıktık, gerektiğinde aç kaldık ama çocuklarımızın iyiliği için her şeyi göze aldık” dedi.
“Gülsün, Koşsun, Mutlu Olsun İstiyoruz”
Elif Akar, yakınları olarak oğullarının her anında yanında olduklarını ve elinden tuttuklarını şu sözlerle aktardı: “Ailesi olarak, annesi olarak ben elimden geldiğince hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorum. Protezini büyüdükçe değiştirmemiz gerekiyor acı çekmemesi için. Ne kadar imkanımız olmasa da borç harç yaparak acı çekmesini engelliyoruz. Tek amacımız akranlarından, yaşıtlarından eksik ve geri kalmamasını sağlamak. Barış için hiçbir şeyi bekletmiyoruz, geri plana atmıyoruz sonra olsun diye. Ablası bile henüz küçük olsa da barışı koruyup kollamaya çalışıyor. Ne gerekiyorsa o an yapmaya çalışıyoruz. Tüm birikimimiz, ilgimiz ve maddi imkânımız Barış için. Daha iyi olsun, gülsün, koşsun yani mutlu olsun istiyoruz”

“Neden Ayağım Yok Anne?”
Barış’ın her zaman yanında olsalar da ileriki hayatında endişeleri olan anne Elif Akar, “Kendini ben olmadan da idare edebilecek mi diye endişeliyim. Hayatın ne getireceğini bilmiyoruz. Hep yanındayım ama ölüm kalım da var. İleriki hayatı nasıl olacak? Büyüyünce nasıl olacak? Diğerleri gibi olabilir mi? Yoksa hep eksik mi olacak? Barış, kendini sorgulamaya başladığı bir yaşa girdi. Yeni yeni bir şeylerin farkına varıyor. Geçenlerde yanıma geldi ve ‘Benim neden ayağım yok anne?’ dedi. Boğazıma dizildi kelimeler ama durumu şeffaflığıyla ona anlatmayı başardım. Bu durumun kötü bir şey olmadığını o kabullendi. Şimdi ona soru soranlara ben böyleyim diyor. Kendisiyle barışmasını sağladık babasıyla birlikte” dedi.


Sevgiyle Aşılmayacak Engel Yok

Barış’ın annesi Elif Akar, benzer zorluklarla mücadele eden diğer ebeveynlere büyük bir içtenlikle seslendi, “Yaşanılan zorluklar ne olursa olsun, çocuğunuzun yanında olduğunuz sürece üstesinden gelemeyeceğiniz hiçbir engel yok. Ben de oğlum Barış’la bu zorlu yolda yürürken birçok engelle karşılaştım, ama her seferinde sevgimizin ve kararlılığımızın gücüyle bu engelleri aştık. Sevginizle, ilginizle ve sabrınızla ona her zaman destek olun. Maddi imkansızlıklar, yolun zorluğu, karşılaşılan olumsuzluklar sizi yıldırmasın. Sevgiyle aşılmayacak engel yok” şeklinde sözlerini tamamladı.

Haber: Azra Acar

Antalya’da “Köyüm Bisiklete Biniyor” Etkinliği Düzenlendi

Antalya Kent Konseyi Gençlik Spor Çalışma Grubu ve Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile 6. ‘Köyüm Bisiklete Biniyor’ gerçekleştirildi.

Antalya Kent Konseyi Gençlik Spor Çalışma Grubu ve Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile düzenlenen ‘Köyüm Bisiklete Biniyor’ etkinliğinde her yaştan bisikletçi pedal çevirdi.

11 kilometrelik etap Çakırlar Mahallesi’nde başlarken, etkinliğin ardından spor severler Gökçam İlköğretim Okulu bahçesindeki ikramların tadını çıkardı.

“Küçük Bir Grup Başlattı Festivale Dönüştü”

Etkinliğin ardından Akil Haber Ajansı’na açıklamalarda bulunan Antalya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Spor Daire Başkanı Mustafa Nurettin Tonguç, yıllar önce başlayan bu etkinliğin amacının bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu anlatmak olduğunu belirtti.             Tonguç, “Bu yıl etkinliğimizi Antalya Büyükşehir Belediyesi ve 10 köyümüzün muhtarı ile birlikte gerçekleştirdik. Köy muhtarlarımız projeyi bizden çok sahiplendiler ve küçük bir grubun başlattığı ‘Köyüm Bisiklete Biniyor’ projesi bir festivale dönüştü” ifadelerine ekledi.

Etkinlik sonunda katılım sağlayanlara çekilişle bisiklet ve bisiklet aparatları hediye edildi.

Haber: Adilcan Özdemir

Megasaray Open Finals Birincisi Maneiro Oldu

Antalya’da düzenlenen ilk WTA (Kadınlar Tenis Birliği) turnuvası olan Megasaray Open Finals’da Bouzas Maneiro rakibi Irina Begu’yu 6-2’lik skorla yenerek birinciliği elde etti.

Antalya’da bu zamana kadar düzenlenmiş en yüksek seviyedeki kadınlar tenis organizasyonu olan turnuvada birinci olan Maneiro, “Antalya çok güzel bir şehir İspanya’ya çok benziyor. Akdeniz insanının sıcaklığını burada da hissettim. Böyle bir turnuvada ve Antalya’da olmaktan dolayı çok mutluyum. Hiçbir zaman hiçbir rakibimi küçümsemeden yoluma devam ediyorum. Bu aşamaya gelebilmek için çok çalıştım” ifade etti.

Maçın ardından her iki sporcuya da Megasaray Academy tarafından çiçek ve plaket verildi.

Haber: Mehmet Can,Gamzenur Alakuş

Dublaj Sanatçısı Kadir Özübek Akdeniz Üniversitesi’nde

“Testere”, “Freddy Krueger”, “Ayı Yogi”, “Kas Adam”, “Buz Kralı” gibi popüler karakterleri Türkçe seslendiren Kadir Özübek, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrencilerle buluştu.

Neredeyse 30 yıldır sesiyle sektörde yer edinen, 80 binden fazla farklı karaktere bürünen Özübek, öğrencilere bu sektördeki hikayesinin nasıl başladığını, neler deneyimlediğini anlattı. Sesini geliştirmek ve korumak için özel bir rutini olmadığını ama iyi bir kayıt için moralin çok önemli olduğundan bahsetti. Bu işe ilgisi olan gençlere ise kurucusu olduğu film akademisine başvurabileceklerini söyledi.

“Dünyaya Tekrar Gelsem İşim Yine Seslendirme Yapmak Olsun İsterdim”

Mesleğini ne kadar severek yaptığını belirten dublaj sanatçısı, seslendirmeyi en sevdiği karakterlerin ise animasyon karakterleri olduğunu ifade etti. Favori karakterinin ise Regular Show’dan Kas Adam olduğunu öğrencilerle paylaştı.
Söyleşiye gerçekleştirdiği dublajlarıyla renk katan Kadir Özübek, salondaki öğrencilerden çeşitli sesler çıkarmalarını isteyerek “Rabarna” denemesi gerçekleştirdi.
Yoğun ilgi gören konferans, Özübek’in katılımcılarının sorularını yanıtlamasıyla son buldu.

Haber: Elis Zehra Karabacak

Antalya Gazeteciler Cemiyeti 40. Yaşını Kutladı

Antalya Gazeteciler Cemiyeti (AGC) 40. kuruluş yıl dönümünü bir otelde düzenlediği etkinlik ve iftar yemeğiyle kutladı. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Antalya Valisi’nin de katıldığı etkinlikte, Cemiyette 40 yılı doldurmuş meslek büyüklerine de plaket takdim edildi

Antalya Basını 40 Yaşında

Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin 40. kuruluş yıldönümü töreni ve iftar programı Muratpaşa ilçesindeki bir otelde düzenlendi. Törene çok sayıda gazetecinin yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Antalya Valisi Hulusi Şahin ve Eski Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel de katıldı

Cemiyet Başkanından Gazetecilere “Kalemini Satma” Mesajı

Törenin açılış konuşmasını yapan AGC başkanı İdris Taş, gazeteci-yazar Sedat Simavi’nin sözünü hatırlattı, meslektaşlarına özgürce yazmaları gerektiğini söyleyerek, “Hala etkilendiğim ve meslek hayatımda bana rol model olan şu sözü söylemek istiyorum: Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et, mecbur kalırsam kır ama asla satma” açıklamasında bulundu.

Antalya Valisi Gazetecilere Seslendi

Antalyalı gazetecilerin doğruyu tereddüt etmeden kamuoyunun önüne getirdiğine işaret eden Antalya Valisi Hulusi Şahin, “Gazeteciler doğrudan, iyiden yana olanlardır. Antalyalı gazeteciler bunun örneğini 40 yıldır çok güzel bir şekilde veriyor” diye konuştu.

Gazeteciler Kentin Sesi Oldu

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin 40. kuruluş yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmada, Gazetecilik mesleğinin demokrasinin temel taşlarından biri olduğunu söyledi, basın mensuplarının özverili çalışmalarıyla toplumun bilgiye erişim hakkını güvence altına alarak, demokrasinin sağlıklı işlemesi için önemli bir görevi yerine getirdiğini kaydetti.

Tören sonunda, cemiyet üyeliğinde 40 yılı dolduran 19 meslek büyüğü gazeteciye plaket takdim edildi

Haber: Emre Gürlemiş

 

 

Psikoloji Bölümü Öğrencileri Müzik ve Psikoloji İlişkisini Konuştu

Akdeniz Üniversitesi Psikoloji Bölümü ikinci sınıf öğrencileri EXPO 2016 Park’ta “Müziğin Psikoloji ile Bağlantısı” başlıklı etkinlik düzenledi.

Etkinlik, öğrencilerin geçmişten günümüze müzik ile psikoloji ilişkisini ve kullanım alanlarını anlattıkları slayt sunumu ile başladı. Ardından bölüm öğrencilerinden Mustafa Şahin, çello eşliğinde Mozart’tan, Paganını Caprıce’den, Bach’dan klasik müzik parçaları çaldı.

“Müzisyen Beyni Farkı”

Müzik ve psikoloji hakkında konuşan psikoloji öğrencilerinden Mustafa Şahin, “Müzik terapisi ve bunun uygulayıcıları eski dönemlerde Kam, Baksılarla birlikte yapılıyordu. Daha öncesinde ise müziğin insanları gerçekten rahatlattığı, Bach dinlemenin uykuya fayda sağladığı gözlemleniyor” şeklinde konuştu.

Ayrıca müzik terapisinin, bazı rahatsızlıklarda hastalık belirtilerini azaltabildiği üzerinde duran Şahin, “Biz de bugün müziğin insan sağlığı için ne denli önemli olduğuyla ilgili bilgi aktarmak istedik. Enstrüman çalan bireyler ve çalmayan kişiler arasında çok fazla fark var. Düzenli olarak nota okuyan insanların sayısal hafızalarının daha iyi olduğu, kanıtlanmış. Sunumda müzisyen beyniyle normal bir insan beyni arasındaki farklılıkları, müzikle ilgilenmenin insana kattıkları üzerinde durduk” ifadelerini kullandı.

Yaklaşık bir saat süren etkinlik, çiçek takdimi ve fotoğraf çekimiyle sona erdi.

Haber: Ezgi Kuluğ

Antalya’nın Batısı Deprem İçin Daha Riskli

Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nihat Dipova, Antalya’nın Kumluca, Finike, Demre ve Kaş gibi batı kesimlerinin deprem için daha riskli olduğunu söyledi.

Antalya’yı Deprem Tehlikesi Noktasında İki Bölgeye Ayırıyoruz

Deprem tehlikesi açısından Antalya’nın iki bölgeye ayrıldığını belirten Prof. Dr. Dipova, “Şehir merkezinin Türkiye genelinde orta derecede bir tehlikesi var. Şu ana kadar merkezde ağır hasara neden olmuş çok büyük bir deprem görülmemiş. Batı yerleşim merkezleri olan Kumluca, Finike, Demre, Kaş daha riskli” dedi.

Bu riske sebep olan fay hattı ile ilgili de konuşan Dipova, “Buna sebep Finike ve Demre’nin 25- 30 km açığından geçen uzunca bir fay. Bu hattın biraz daha güneyinde Akdeniz’in ortasında Antalya’nın altına doğru dalan bir dalma- batma fayı var. Ek olarak bölgede yerel fay olan Kekova fayı. Toplam 3 faydan bahsedebiliriz” şeklinde konuştu.

Alüvyon Zeminler Daha Riskli

Finike ve Kumluca arasının genç bir kıyı ova olduğu bilgisini veren Nihat Dipova, “Bu bölgeler yumuşak alüvyonlar üzerine kurulu. Alüvyon zeminler deprem noktasında kaya zeminlere göre daha riskli. Antalya’nın doğu kesimleriyse batı kesime göre daha avantajlı” ifadelerini kullandı.

Altyapı Sorununun Temeli Yanlış Uygulamalar

Şehrin altyapı sorunuyla ilgili yöneltilen soruyaysa Prof. Dr. Dipova şu şekilde yanıt verdi:

Antalya’nın altyapı sorunu içinde çoğunlukla yanlış uygulamalardan kaynaklanıyor. Doğal yapıyla kent planlamasının bir arada uyumlu bir şekilde yapılsaydı bu sorunların çoğu yaşanılmazdı. Yakın bir zaman da sel ve taşkın olayı yaşandı. Antalya kentin kurulduğu yer gözenekli bir kayadan oluştuğu için bünyesinde yeraltı suyuna iletme yeteneği olan bir malzeme vardır. Antalya’nın üzerinde kuru dereler var. Kuzey- güney doğrultuda bunlar bizim için önemli bir avantaj ancak kent planlanırken genellikle doğu- batı yollarla ulaşım sağlanmaya çalışıyor. Derelerin de birçoğu kapanıyor ya da dolduruluyor. Bu da asfalt ve beton gibi geçimsiz malzemelerle yapıldığı için yağan yağmur ve toprağa oradan da toprağın için yeraltı suyuna ulaşamadığı için sel oluyor.

Haber: Eda Gülhan

Sanayiye Kadın Eli Değdi

Antalya Ticaret ve Sanayi Odası, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kadın Girişimciler Kurulu ve Antalya Organize Sanayi Bölgesi iş birliğinde geliştirilen “Sanayide Kadın Eli” projesinin tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda sanayide çalışan mavi yakalı kadınlar deneyimlerini anlatırken geleceğin sanayici kadınları olan Antalya Organize Sanayi Teknik Koleji’nde okuyan öğrenciler de katıldı.

Sanayide mavi yakalı çalışan krizini çözmek için hayata geçirilen “Sanayide Kadın Eli” projesinin lansmanı Antalya OSB Bölge Müdürlüğü İdari Hizmet binasında gerçekleştirildi. Program, kadınların sanayide yaptıkları çalışmaları konu alana kısa film gösterimi ile başladı.

“Antalya’da Sanayi Çalışanlarının Yüzde 30’u Kadın”

Antalya OSB Kadın Komisyonu Başkanı Canan Keskin Gürkan, “Antalya OSB’de yaklaşık 23 bin kişi çalışmakta. Bunun yüzde 30’u kadın çalışanlardan oluşmakta” dedi. Kadınların güvenlikten, kaynağa, kadar her alanda görev aldıklarını söyledi.

Sanayide Tırnağı Ojeli Arkadaşlarımla Çalışıyorum

Proje kapsamında aldığı eğitim sonrasında sanayide çalışmaya başlayan 2 çocuk annesi Emine Balseven, kadınların çoğunlukta olduğu bir ortamda çalışmanın kendisini rahat hissettirdiğini söyleyerek. “Elinde ojesiyle, makyajından ödün vermeden testerenin başında kasa kesen arkadaşlarım var” şeklinde konuştu.

“Biz Ödül Alırken Erkekler Oturuyordu”

En genç sanayici adayları olan Antalya OSB Teknik Koleji öğrencileri Sedef Sedefoğlu ve Naz Arpagünü eğitim alırken yaşadıkları deneyimleri Akil Haber Ajansı’na anlattı. Okulda erkek öğrencilerin kendilerini küçük gördüklerini belirten Sedef Sedefoğlu, “Erkeklerin söyledikleri bizim umurumuzda değil. Hayallerinizin peşinden gidin” ifadelerini kullandı.

Program sonunda Akil Haber Ajansı’na konuşan Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı ve Antalya Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Ali Bahar, teknik liselerde eğitim gören ve sanayide istihdam edilecek öğrencilerin sayısının artmasını hedeflediklerini belirterek, “Teknik kolejimizde kız öğrenci sayımız artıyor yüzde 6’lardan başladık bugünkü hedefimiz yüzde kırk öğrenciyi istihdam etmek” dedi.

Antalya’da hayata geçirilen projenin tüm Türkiye’ye yayılması hedefleniyor.

Haber: Emre Gürlemiş

Misyon

Vizyon

İletişim

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ
DUMLUPINAR BULVARI KONYAALTI / ANTALYA
Tel: 0 242 310 15 30
Tel: 0 242 310 15 31